Bir arıcı büyüğümüzün aktardığı bir uygulamayı duyunca ülkemizde ne kadar bilinçsizce arıcılık yapıldığını bir kez daha anlamış olduk.O uygulama şu: Arılar kışta kovandan dışarı çıkarak karın üzerine düşüp ölmesinler diyerek uçma deliğini sinek teli ile tıkıyorlarmış.Bazıları da daha son baharda uçma deliğini bir arının girip çıkacağı kadar daraltıyorlar mış.
Hemen itirazımızı bastık.Olmazdı, olamazdı.Kovan içinde ölen arılar dışarı atılmak için uçma deliği önüne getirilecek , dışarı atılamayacağı içinde orada birikinti olacaktır.Bu durum kovan içine dışarıdan gelecek temiz havanın içreriye girmesini engelleyeceği gibi, içerden dışarıya atılması gereken kirli havanda akışını önleyeceğinden yanlış olduğunun altını çizdik.Bu durum koloni genel sağlığı için riskli bir durum.Hava sürkilasyonunun olmaması içeride rutubetin oluşmasına neden olacağı gibi biriken biriken kirli hava nedenleriyle koloni sönmesiyle sonuçlanacak sürece kadar gider.
Hiçbir şekilde arının daralttığından daha fazla uçma deliği daraltılmasına gidilmemelidir. Yağmacılık durumu, eşek arısı saldırısı gibi geçici durumlar bahsimizin dışındadır.Kışın yapılan bu tür uygulamalar kesinlikle yanlıştır.Kolonileri bu durumda olan arkadaşlarımız varsa hemen uygulamaya son vermeli, delik önüne biriken arılar oradan dışarı alınarak uzaklaştırılmalıdır.Kışın oluşacak neme karşı kovan içi havalanmanın kusursuz sağlanması gerekir.Üç beş arının ölümünün önüne geçmek için yapılan bir uygulama koloni ölümüyle sonuçlandığında, yapılan hayır ürkütülen kurbağayı değmeyecektir. Lütfen dikkat.
30 Aralık 2010 Perşembe
27 Aralık 2010 Pazartesi
ANA ARIDAKİ ESRARENGİZ GÜÇ
Ana arı, her koloninin neslini devam ettiren esrarengiz bir varlık.
Günlük üç yüz ila üç bin kadar yumurtayı petek gözlerine bırakan ana arı,bütün fizik kurallarını alt üst eden bir performans sergilemektedir.
Ana arını fiziki görünümü işçi arılardan biraz daha iri bir görünüme sahiptir.Her kolonide bir tane bulunan ana arı,arı sütüyle beslenerek ortalama altı yıl yaşayabilmektedir.Kovan yönetiminde de söz sahibi olan bu minik canlının etrafında her zaman hizmetinde olan bir grup işçi arı vardır.Onun bakımı, beslenmesi, güvenliği işçi arılardan sorumludur.Ana arıyı kolonideki arılar seçerken koloni yönetimi ana arıya aittir.İşçi arılar beğenmedikleri ana arıyı görevden alarak yerine yenisini ikame derler. Bu yönüyle demokratik bir yapıya da sahip olan arı ailesinde sırlı, hikmet dolu binlerce hadiseden ana arı ile ilgili bir değerlendirmemizi taktirlerinize sunmak istiyoruz.
Bilimsel kaynaklar namı diğer kraliçe arının her gün kendi ağırlığından fazla yumurtayı yumurtlayarak petek gözlerine bıraktığını belirtmektedirler.İlk bakışta çok normal bir durummuş gibi görünse de yakından bakıldığında akıllara durgunluk veren durumlar ortaya çıkmaktadır.Bunun ne demek olduğunu şöyle bir örnekle ifade edelim. 80 kg ağırlığındaki bir insan her gün muntazam olarak en az 80 kg ağırlığındaki bir maddeyi vücudundan çıkararak bir yerlere yerleştiriyor.Zaten kişi 80 kg ağırlığında.. 80 kg da madde çıkarttı.Bizler bir ünite kan verdiğimizde hemen yerimizden kalkamıyoruz. Bir müddet istirahat ettikten sonra anacak normale dönebiliyoruz.:Hiç performansında eksilme göstermeksizin ertesi gün yine, daha ertesi gün tekrar devam eden bir faaliyet. .Bu bir ömür devam etse ortada ne fizik kuralı ne kimya kural kalır.Ana arının yumurta performansı aynen bu örnekte olduğu gibidir.Bir ömür boyu petek gözlerini tek tek dolaşarak gece gündüz yumurta atar..Ana arının etine budu ne? Alt tarafi bir arı işte.
Bir yıllık yumurtasını bir araya toplama şansımız olsa ana arının en az 300 katı büyüklüğünde bir kütlenin birikintisini göreceğiz ki, bu ana arının cüssesini 300 ile çarpmak demektir.Bu ne muazzam güçtür. Ne müthiş performanstır. Ana arı nereden alır bu gücü? Kim sağlar ona bu kadar enerjiyi? Nerden gelir bu değirmenin suyu?
Ömründe yalnızca bir kez çiftleşme uçuşuna çıkan bu yumurta fabrikası minik kuş,programlandığı şekilde programını icra ederken programcısını bize haber vermektedir.Gören gözlere Kainatın Sultanı’ndan getirdiği mesajları sunmaktadır.
Günlük üç yüz ila üç bin kadar yumurtayı petek gözlerine bırakan ana arı,bütün fizik kurallarını alt üst eden bir performans sergilemektedir.
Ana arını fiziki görünümü işçi arılardan biraz daha iri bir görünüme sahiptir.Her kolonide bir tane bulunan ana arı,arı sütüyle beslenerek ortalama altı yıl yaşayabilmektedir.Kovan yönetiminde de söz sahibi olan bu minik canlının etrafında her zaman hizmetinde olan bir grup işçi arı vardır.Onun bakımı, beslenmesi, güvenliği işçi arılardan sorumludur.Ana arıyı kolonideki arılar seçerken koloni yönetimi ana arıya aittir.İşçi arılar beğenmedikleri ana arıyı görevden alarak yerine yenisini ikame derler. Bu yönüyle demokratik bir yapıya da sahip olan arı ailesinde sırlı, hikmet dolu binlerce hadiseden ana arı ile ilgili bir değerlendirmemizi taktirlerinize sunmak istiyoruz.
Bilimsel kaynaklar namı diğer kraliçe arının her gün kendi ağırlığından fazla yumurtayı yumurtlayarak petek gözlerine bıraktığını belirtmektedirler.İlk bakışta çok normal bir durummuş gibi görünse de yakından bakıldığında akıllara durgunluk veren durumlar ortaya çıkmaktadır.Bunun ne demek olduğunu şöyle bir örnekle ifade edelim. 80 kg ağırlığındaki bir insan her gün muntazam olarak en az 80 kg ağırlığındaki bir maddeyi vücudundan çıkararak bir yerlere yerleştiriyor.Zaten kişi 80 kg ağırlığında.. 80 kg da madde çıkarttı.Bizler bir ünite kan verdiğimizde hemen yerimizden kalkamıyoruz. Bir müddet istirahat ettikten sonra anacak normale dönebiliyoruz.:Hiç performansında eksilme göstermeksizin ertesi gün yine, daha ertesi gün tekrar devam eden bir faaliyet. .Bu bir ömür devam etse ortada ne fizik kuralı ne kimya kural kalır.Ana arının yumurta performansı aynen bu örnekte olduğu gibidir.Bir ömür boyu petek gözlerini tek tek dolaşarak gece gündüz yumurta atar..Ana arının etine budu ne? Alt tarafi bir arı işte.
Bir yıllık yumurtasını bir araya toplama şansımız olsa ana arının en az 300 katı büyüklüğünde bir kütlenin birikintisini göreceğiz ki, bu ana arının cüssesini 300 ile çarpmak demektir.Bu ne muazzam güçtür. Ne müthiş performanstır. Ana arı nereden alır bu gücü? Kim sağlar ona bu kadar enerjiyi? Nerden gelir bu değirmenin suyu?
Ömründe yalnızca bir kez çiftleşme uçuşuna çıkan bu yumurta fabrikası minik kuş,programlandığı şekilde programını icra ederken programcısını bize haber vermektedir.Gören gözlere Kainatın Sultanı’ndan getirdiği mesajları sunmaktadır.
26 Aralık 2010 Pazar
ARILARDA ÜSTÜN IRK VAR MIDIR?
Daha Ocak ayına girmeden arıcılar bahar moduna girmeye başladılar.Bunda havaların iyi gitmesi başlıca faktör.Gelen soruların konuları arıcılarımızın en azından zihnen baharı görmeye başladıklarını gösteriyor.Ama henüz erken.”Arı almak istiyorum hangi ırkı tercih etmeliyim? Filan ırk çok iyi imiş sizin düşünceniz nedir?” şeklinde ki sorular yoğunlaştı.
Öncelikle Aralık sonu itibariyle arı alınamayacağına göre en az üç ay beklememiz gerekmekte.Kovanların rahat muayene edilebileceği,arıların genel durumunun görülerek alınabileceği Mart, Nisan aylarını beklememizde fayda var..
Filan ırk diğerlerinden üstün şeklinde yargı yersiz ve anlamsız.Bilimsel gerçeklerle örtüşür yanı yok.Ancak diğer ırklarda kıyaslandığında kendi yöresinde üstün performans gösteren ırklar mevcuttur.Tabi arıcılarımız bu anlayışa kendiliğinden gelmediler.O halde ne oldu da üstün ırk furyası aldı başını gidiyor?
Özellikle bazı ana arı üreticileri, kendi ürettikleri ırkların rakipsiz şampiyon ırklar odluklarını arıcılık kamuoyuna dayatmaya çalışıyorlar.Bu arada iyi niyetli dürüstçe iş üretenleri tenzih ederiz.Maksadımız kimseyi töhmet altında bırakmak değildir.”Yarası olan gocunsun.” “Ticaret Ahlakı” diye bir şey var. Çok kazanmak adına arıcının ümit ve hayalleriyle oynamak ciddi ahlak zafiyeti olsa gerek.Bu gün arıcılık konusuna azıcık ilgi duyan herkes bilir ki en değerli ırk ve ya ekotip kendi içinde bulunduğu bölgenin coğrafik ve meteorolojik şartlarına uyum sağlamış genotiplerdir.Sanki böyle bir gerçek yokmuş gibi elinde bulunan ırkı bin bir gerçeği çiğneyerek insanları kandırmaya çalışmanın ne manaya geldiğinin izahını ben yapamam.İşin uzmanları bu tür davranış bozukluklarına hiç de hoş olmayan isimler vermekteler.
Bir çok bilimsel çalışma, her hangi bir ırkın kendi bölgesinden alınarak asıl bölgesiyle ciddi farklar bulunan bir başka bölgeye nakledildiğinde asıl bölgesinde gösterdiği performansı gösteremediğini ortaya koymaktadır.Bu gerçeğe rağmen “bütün arıcılar benim ürettiğim ırkla çalışmalıdır. Başka ırkla çalışırsanız hüsrana uğrarsınız.” gibi propagandalar üreten ve tüketen adına da talihsizliktir. Burada devlet otoritesine görev düşmektedir. Ör: Artvin’ de üretilen ana arıyı Muğla’ya , Muğla’da üretilenin Ardahan’a pazarlanmaması noktasında tedbirler geliştirmelidir.Her üretici kendi bölgesinin arısıyla çalışmayı ilke edinmeli, Tarım Bakanlığı bu konuda çıkaracağı bir yönetmelikle düzenleme getirmelidir.
İnsanımız bilmediği konularda kolay ikna olmaya hazır bir karakter göstermektedir.Bu onun temiz kalpli oluşundan , karşısındaki insanın kendisini aldatmayacağı ön düşüncesinden kaynaklanmaktadır.Ama gerçek öyle değil.Maalesef çok kazanma uğruna atılmadık takla döndürülmedik dolap kalmamaktadır.
Haddimiz olmadığı halde şahsımıza teveccüh göstererek bize sorular yöneltip kendi çapında doğru karar verme arayışında olan arıcı arkadaşlarımı tebrik ediyorum.Sorup soruşturmadan propagandaların cazibesine kapılarak arı almak çoğu kez hüsranla sonuçlanacak macera olmaktan öteye gitmez.Her arıcı arı almadan önce bilimsel kaynaklardan ya da bu konuda kariyer yapmış uzmanların kitaplarından konuya göz atarak bilinçlenmelidir. Hobici işletme sahiplerinin ise kendi ana arılarını kendileri üretmesi en isabetli yoldur.Son cümle; yöresel ekotip veya ırklardan asla şaşılmamalıdır.
Öncelikle Aralık sonu itibariyle arı alınamayacağına göre en az üç ay beklememiz gerekmekte.Kovanların rahat muayene edilebileceği,arıların genel durumunun görülerek alınabileceği Mart, Nisan aylarını beklememizde fayda var..
Filan ırk diğerlerinden üstün şeklinde yargı yersiz ve anlamsız.Bilimsel gerçeklerle örtüşür yanı yok.Ancak diğer ırklarda kıyaslandığında kendi yöresinde üstün performans gösteren ırklar mevcuttur.Tabi arıcılarımız bu anlayışa kendiliğinden gelmediler.O halde ne oldu da üstün ırk furyası aldı başını gidiyor?
Özellikle bazı ana arı üreticileri, kendi ürettikleri ırkların rakipsiz şampiyon ırklar odluklarını arıcılık kamuoyuna dayatmaya çalışıyorlar.Bu arada iyi niyetli dürüstçe iş üretenleri tenzih ederiz.Maksadımız kimseyi töhmet altında bırakmak değildir.”Yarası olan gocunsun.” “Ticaret Ahlakı” diye bir şey var. Çok kazanmak adına arıcının ümit ve hayalleriyle oynamak ciddi ahlak zafiyeti olsa gerek.Bu gün arıcılık konusuna azıcık ilgi duyan herkes bilir ki en değerli ırk ve ya ekotip kendi içinde bulunduğu bölgenin coğrafik ve meteorolojik şartlarına uyum sağlamış genotiplerdir.Sanki böyle bir gerçek yokmuş gibi elinde bulunan ırkı bin bir gerçeği çiğneyerek insanları kandırmaya çalışmanın ne manaya geldiğinin izahını ben yapamam.İşin uzmanları bu tür davranış bozukluklarına hiç de hoş olmayan isimler vermekteler.
Bir çok bilimsel çalışma, her hangi bir ırkın kendi bölgesinden alınarak asıl bölgesiyle ciddi farklar bulunan bir başka bölgeye nakledildiğinde asıl bölgesinde gösterdiği performansı gösteremediğini ortaya koymaktadır.Bu gerçeğe rağmen “bütün arıcılar benim ürettiğim ırkla çalışmalıdır. Başka ırkla çalışırsanız hüsrana uğrarsınız.” gibi propagandalar üreten ve tüketen adına da talihsizliktir. Burada devlet otoritesine görev düşmektedir. Ör: Artvin’ de üretilen ana arıyı Muğla’ya , Muğla’da üretilenin Ardahan’a pazarlanmaması noktasında tedbirler geliştirmelidir.Her üretici kendi bölgesinin arısıyla çalışmayı ilke edinmeli, Tarım Bakanlığı bu konuda çıkaracağı bir yönetmelikle düzenleme getirmelidir.
İnsanımız bilmediği konularda kolay ikna olmaya hazır bir karakter göstermektedir.Bu onun temiz kalpli oluşundan , karşısındaki insanın kendisini aldatmayacağı ön düşüncesinden kaynaklanmaktadır.Ama gerçek öyle değil.Maalesef çok kazanma uğruna atılmadık takla döndürülmedik dolap kalmamaktadır.
Haddimiz olmadığı halde şahsımıza teveccüh göstererek bize sorular yöneltip kendi çapında doğru karar verme arayışında olan arıcı arkadaşlarımı tebrik ediyorum.Sorup soruşturmadan propagandaların cazibesine kapılarak arı almak çoğu kez hüsranla sonuçlanacak macera olmaktan öteye gitmez.Her arıcı arı almadan önce bilimsel kaynaklardan ya da bu konuda kariyer yapmış uzmanların kitaplarından konuya göz atarak bilinçlenmelidir. Hobici işletme sahiplerinin ise kendi ana arılarını kendileri üretmesi en isabetli yoldur.Son cümle; yöresel ekotip veya ırklardan asla şaşılmamalıdır.
24 Aralık 2010 Cuma
“BALDA ŞİFA OLSAYDI ARILAR KIRK BEŞ GÜNDE ÖLMEZDİ”
Bir arıcılık formunda tartışılan bu konu , şeytanın avukatlığını yapma adına mı açıldı yoksa safdil bir gayretkeşin işgüzarlığı mı tam emin olamadığımızdan, verilmesi gereken en mutedil cevapları orada da burada vererek konuyu cevapsız bırakmamaya çalıştık.
Konu başlığının isabetsizliğini ortaya koymak adına şöyle bir sözde söylenebilir:Tıpta şifa olsaydı, doktorlar ölmezdi.Öyle ise “hastahaneler, doktorlar, sağlık merkezleri, ameliyathaneler hepsi palavra.”Böyle bir yargı ile yola çıkıldığında bütür sonuçlara ulaşmak mümkün ama ne derece isabetli bir yaklaşım olurdu taktirlerinize sunuyorum.
Zonguldak arı yetiştiricileri Birliği Başkanı Selahaddin Bey’de “Dünyada hayat olsaydı!!! İnsanlar ölmezdi.” Diyerek nükteli bir cevapla hislerimize tercuman olmuş.
Tabiat büyük bir eczanedir. Eczacılık ilmi tabiattan beslenir. Bitkiler, çiçekler eczacılğın temel hammeddelerindendir.Arının hammaddesi de bunlar olduğuna göre neden bal da şifa olmasın ki?Bir kimyager içinde tabiat büyük bir kimyahanedir.Yalnız bir konuya dikkat etmekte fayda var, her bitki her yerde her zaman olmuyor. Her bitkinin kendine özel hasiyeti var.Ne zaman hangi bitkiden elde edilen balda ne tür şifa olduğunu tesbit etmek biz hobici arıcıların boyutlarını aşar.Biz tesbit edemiyoruz, bilmiyoruz, ifade edemiyoruz diye bitkinin kendi doğasında bulunan faydayı inkar etmek,doğrudan doğruya bilimi inkar etmektir.Gerçeği inkar etmektir.
Haddi zatında arıcılık literatüründe apiterapi teriminin bulunması meseleyi kökten hallediyor.Dünyanın bazı yerlerinde apiterapi merkezlerinin açıldığını konuyla ilgili kaynaklardan görüyoruz,okuyoruz.
Hele şu kudsi i fadenin üzerine söylenebilecek başka bir söz bilmiyorum.
"Rabbın sana emrettiği şekilde dağlarda ağaçlarda kendine yuva tut, sonrada rabbın sana gösterdiği yollardan git derle topla.
Bunda (BAL) insanlar için şifa vardır, bunda da inananlar için TEFEKKÜR vardır.”Bunlar benim için yeterli.Fazla söze ihtiyaç yok ama yeterli olmayanlar için devam etmekte fayda var..
“Geçmiş zaman insanları doğadan beslendiklerinden gıdanın sanayileşmediği dönemlerde şekeri ancak doğal tatlılardan alıyorlardı,bu gün baldaki şekere ihtiyacımız yok” türünden yaklaşımlar da baldaki şifayı inkar etmeye yetmez.Balda dün şifa varsa bugünde var yarında olacak.Kıyamete kadarda olacak.Arıyı yaratan Allah arının eliyle bize bal gibi bir şifa deposunu ikram ediyor.İnkar edilse de kabul edilse de bur gerçek değişmez.
Baldaki şifayı tesbit edip insanlığın hizmetine sunması gerekenler mataryalist felsefenin güdümünde fil dişi kulelerden bilim adına bireysel bağnazlık göstererek apiterapiyide fitoterapiyide inkar etselerde, alternatif tıp kendini son yıllarda iyice hissettirdi. Darısı Apiterapiye
Konu başlığının isabetsizliğini ortaya koymak adına şöyle bir sözde söylenebilir:Tıpta şifa olsaydı, doktorlar ölmezdi.Öyle ise “hastahaneler, doktorlar, sağlık merkezleri, ameliyathaneler hepsi palavra.”Böyle bir yargı ile yola çıkıldığında bütür sonuçlara ulaşmak mümkün ama ne derece isabetli bir yaklaşım olurdu taktirlerinize sunuyorum.
Zonguldak arı yetiştiricileri Birliği Başkanı Selahaddin Bey’de “Dünyada hayat olsaydı!!! İnsanlar ölmezdi.” Diyerek nükteli bir cevapla hislerimize tercuman olmuş.
Tabiat büyük bir eczanedir. Eczacılık ilmi tabiattan beslenir. Bitkiler, çiçekler eczacılğın temel hammeddelerindendir.Arının hammaddesi de bunlar olduğuna göre neden bal da şifa olmasın ki?Bir kimyager içinde tabiat büyük bir kimyahanedir.Yalnız bir konuya dikkat etmekte fayda var, her bitki her yerde her zaman olmuyor. Her bitkinin kendine özel hasiyeti var.Ne zaman hangi bitkiden elde edilen balda ne tür şifa olduğunu tesbit etmek biz hobici arıcıların boyutlarını aşar.Biz tesbit edemiyoruz, bilmiyoruz, ifade edemiyoruz diye bitkinin kendi doğasında bulunan faydayı inkar etmek,doğrudan doğruya bilimi inkar etmektir.Gerçeği inkar etmektir.
Haddi zatında arıcılık literatüründe apiterapi teriminin bulunması meseleyi kökten hallediyor.Dünyanın bazı yerlerinde apiterapi merkezlerinin açıldığını konuyla ilgili kaynaklardan görüyoruz,okuyoruz.
Hele şu kudsi i fadenin üzerine söylenebilecek başka bir söz bilmiyorum.
"Rabbın sana emrettiği şekilde dağlarda ağaçlarda kendine yuva tut, sonrada rabbın sana gösterdiği yollardan git derle topla.
Bunda (BAL) insanlar için şifa vardır, bunda da inananlar için TEFEKKÜR vardır.”Bunlar benim için yeterli.Fazla söze ihtiyaç yok ama yeterli olmayanlar için devam etmekte fayda var..
“Geçmiş zaman insanları doğadan beslendiklerinden gıdanın sanayileşmediği dönemlerde şekeri ancak doğal tatlılardan alıyorlardı,bu gün baldaki şekere ihtiyacımız yok” türünden yaklaşımlar da baldaki şifayı inkar etmeye yetmez.Balda dün şifa varsa bugünde var yarında olacak.Kıyamete kadarda olacak.Arıyı yaratan Allah arının eliyle bize bal gibi bir şifa deposunu ikram ediyor.İnkar edilse de kabul edilse de bur gerçek değişmez.
Baldaki şifayı tesbit edip insanlığın hizmetine sunması gerekenler mataryalist felsefenin güdümünde fil dişi kulelerden bilim adına bireysel bağnazlık göstererek apiterapiyide fitoterapiyide inkar etselerde, alternatif tıp kendini son yıllarda iyice hissettirdi. Darısı Apiterapiye
22 Aralık 2010 Çarşamba
DONAN BAL VE HMF YÜKSELMESİ
Balda krıstalleşme , bal üreticilerini bir şekilde üstesinde geleme zorlayan bir sorun olarak kendini göstermektedir.Haddizatında krıstalleşen bal,doğallığını muhafaza eden, bir çok noktadan güvenilebilecek bal olduğu halde tüketici mutlaka krıstelleşmeyen bal arzulamaktadır.Krıstalleşen bala hileli, sahte bal nazarıyla yaklaşmaktadır.Bu çok büyük bir yanılgıdır.Krıstâlleşmenin, hile ile sahtekarlıkla bir alakası yok.. Ancak arının nektar getirdiği bitki ile doğrudan alakası olmaktadır.Her doğal bal er veya geç krıstalleşir.bazı balların kırıstlelleşmesi iki yılı bulabilir.Balın saklandığı ortamın sıcaklığı bu durumu doğrudan etkiler.
Bal üreticisi tüketicinin krıstalleşmeyen bala önem verdiğini bildiği için kendince çareler arar. Bu çarelerden en yaygını bala ısıl işlem uygulamaktır.Bir çok bal üreticisi HMF (Hidroksi Metil Furfurol un) ne olduğunu hiç duymasmştır bile. “Balım krıstalleşipde müşterime mahçup olmuyayım” diyerek balını pekmez kaynatır gibi bir güzel fokur fokur kaynatır.Şimdi müşterinin istediği gibi bir bal olmuştur.Halbu ki, balın ısıtılması sırasında glikoz, fruktoz gibi şekerlerin asidik ortamda parçalanması sonucunda oluşan HMF un yükselmesi insan sağlığına zararlıdır.
Bu nedenle bal hiçbir zaman doğrudan ısıl işleme tabi tutulmamalıdır. Bal ne kadar çok ısıl işleme maruz kalırsa ve sıcaklığı artırılırsa HMF oranı o denli yükselir ve bal kalitesiz hatta zararlı hale gelir. Eğer mutlaka bir ısıl işleme tabi tutmak gerekiyorsa fan sistemi, ben mari sistemlerinden birini uygulamak gerekir. Büyük kazanlara şişeliri doldurup altını gür alev ile yakarak uygulanan ısıl işlem resmen balı kaynatmadır. Bu tür ısıl işlem gören balların hemen hemen hiç krıstalleştiği görülmermiştir.
Neden?
Balı bal yapan özellikler içinde kalmadı da ondan.
Bilgi çağını yaşadığımız, bilgiye ulaşmanın çok kolaylaştığı günümüzde hiç olmazsa müşteriler bal konusunda birkaç yazı okusalar, birkaç linki tklayıp birkaç bloga göz gezdirseler ne kadar büyük bir yanılgı ile hareket ettiklerini hemen anlayacaklar. Donmayan balın sahte olduğunu,glıkoz katıldığını, şeker katıldığını ya da yanlış ısıl işlemler ile balın zehire dönüştürüldüğünü görmeleri anlamaları pekte zor olmayacaktır.
Biz millet olarak öyle okumaya öğrenmeye, araştırmaya, sorgulamaya ve soruşturmaya alışık olmadığımızdan yine iş biz bal üreticilerine düşmektedir, birliklerimize düşmektedir.Medyanın gücünü de kullanarak bal tüketicilerinin hakiki balın ne olduğu ve olmadığı konusunda bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmaları yapmalıyız. Bunun için bulabildiğimiz her fırsatı değerlendirmeliyiz,yoksa bu traji komik durum daha çok uzun seneler devam eder.Gerçek bala sahte, sahteye de gerçek diyen bir başka millet var mıdır sahiden merak ediyorum.
Bal üreticisi tüketicinin krıstalleşmeyen bala önem verdiğini bildiği için kendince çareler arar. Bu çarelerden en yaygını bala ısıl işlem uygulamaktır.Bir çok bal üreticisi HMF (Hidroksi Metil Furfurol un) ne olduğunu hiç duymasmştır bile. “Balım krıstalleşipde müşterime mahçup olmuyayım” diyerek balını pekmez kaynatır gibi bir güzel fokur fokur kaynatır.Şimdi müşterinin istediği gibi bir bal olmuştur.Halbu ki, balın ısıtılması sırasında glikoz, fruktoz gibi şekerlerin asidik ortamda parçalanması sonucunda oluşan HMF un yükselmesi insan sağlığına zararlıdır.
Bu nedenle bal hiçbir zaman doğrudan ısıl işleme tabi tutulmamalıdır. Bal ne kadar çok ısıl işleme maruz kalırsa ve sıcaklığı artırılırsa HMF oranı o denli yükselir ve bal kalitesiz hatta zararlı hale gelir. Eğer mutlaka bir ısıl işleme tabi tutmak gerekiyorsa fan sistemi, ben mari sistemlerinden birini uygulamak gerekir. Büyük kazanlara şişeliri doldurup altını gür alev ile yakarak uygulanan ısıl işlem resmen balı kaynatmadır. Bu tür ısıl işlem gören balların hemen hemen hiç krıstalleştiği görülmermiştir.
Neden?
Balı bal yapan özellikler içinde kalmadı da ondan.
Bilgi çağını yaşadığımız, bilgiye ulaşmanın çok kolaylaştığı günümüzde hiç olmazsa müşteriler bal konusunda birkaç yazı okusalar, birkaç linki tklayıp birkaç bloga göz gezdirseler ne kadar büyük bir yanılgı ile hareket ettiklerini hemen anlayacaklar. Donmayan balın sahte olduğunu,glıkoz katıldığını, şeker katıldığını ya da yanlış ısıl işlemler ile balın zehire dönüştürüldüğünü görmeleri anlamaları pekte zor olmayacaktır.
Biz millet olarak öyle okumaya öğrenmeye, araştırmaya, sorgulamaya ve soruşturmaya alışık olmadığımızdan yine iş biz bal üreticilerine düşmektedir, birliklerimize düşmektedir.Medyanın gücünü de kullanarak bal tüketicilerinin hakiki balın ne olduğu ve olmadığı konusunda bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmaları yapmalıyız. Bunun için bulabildiğimiz her fırsatı değerlendirmeliyiz,yoksa bu traji komik durum daha çok uzun seneler devam eder.Gerçek bala sahte, sahteye de gerçek diyen bir başka millet var mıdır sahiden merak ediyorum.
21 Aralık 2010 Salı
Petek Güvesinden Bal ve Peteklerimizi Nasıl Koruyabiliriz?
Her arıcı petek güvesiyle mücadele konusunda donanımlı olmalı bu birikimini de taviz vermeden uygulamalıdır.Tatbik edilmeyen bilginin hiçbir kıymeti yoktur.Atlanılan en küçük bir husus bile büyük bir mesele olarak bir karşımıza çıkabilmektedir.
Diğer hususlarda olduğu gibi bu konuda da güçlü kolonilerle çalışmanın önemi kendini bir kez daha göstermektedir.Evet arılığımızda bulunan her bir koloni güçlü olmalıdır.Güçlü koloni bir çok konuda otomatik çözüm mekanizmasıdır.Hastalık ve zarlılarla mücadelede güçlü koloniler genellikle kendi meselelerini arıcıya bırakmadan kendileri halleder.
Her hangi bir şekilde kovanlarda güveli petek görülürse güve ağlarının bulunduğu bölge kesilerek imha edilmelidir. Güvelerin hakim olduğu kovanlar varsa bunlar arılıktan zaman kaybetmeden uzaklaştırılmalıdır.Etrafa atılan mum ve petek artıkları varsa toplanılmalıdır. Zira bu tür atıklar mevsimine göre yağmaya davetiye çıkarabildikleri gibi petek güvesi içinde uygun ortamlar oluşturmaktadırlar. Zaten bilinçli bir arıcı hiçbir zaman rastgele bu tür atıkların arılığın civarına atmaz.Atmadığı gibi onları değerlendirme düşüncesinde de olur.Ayrıca kovanlar sağlam olmalı uçma deliği dışında herhangi bir delik yarık, çatlak bulunmamalıdır.
Petek güvesiyle ilaçlı mücadele yönteminden bizim ulaşabildiğimiz akademik yönü bulunan hiçbir kaynak bahsetmemekte.Tecrübeye dayalı yazılmış bazı kaynaklarda kükürt vb vasıtalarla mücadeleden söz edilse de petek üzerinde yapılan her bir kimyasal müdahale geride kalan zehirleriyle insan sağlığını tehdit edici mahiyete bürünmektedir. Bizce Bu tür müdahalelerden kaçınılmalıdır.Bunun yerine sıhhat yönünden risk unsuru barındırmayan yöntem ve teknikler araştırılıp uygulanmalıdır.
Kabartılmış peteklerin ve balalı peteklerin güvelenmemesi için denenmiş ve netice alınmış en güzel yol, derin dondurucuda bekleteme yöntemidir. Yirmi dört saat derin dondurucuda bekletilen hiçbir ballı çıta ve kabarmış çıtanın daha sonraki süreçte güvelendiğini şahsen görmedik.Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var o da şu: derin dondurucudan çıkarılan çıtalar dondurucuya konulmamış diğer çıtalarla aynı yere konulmamalıdır.Böyle bir hata yapıldığında orada var olan kelebekler yeni yumurtalar atarak tekrardan güvelenme ortamı hazırlayabilirler.
Çok sayıda kabartılmış peteği varsa bir arıcının en emin yol soğuk hava deposudur.Peteklerini bir soğuk hava deposuna emanet ederek sezonu gelinceye kadar orada bekletilmesi pratik bir çözümdür.
Tek çözüm bizim önerdiklerimizden ibaret değil .Bir çok arıcı çeşitli meyve sebze yaprakları kullanarak güvelenmenin önüne geçtiklerini ifade etseler de bunlar tarafımızdan denenip uygulanmadığı ve literatürde rastlayamadığımızdan burada zikretmiyoruz.Ama iddia sahipleri çok ciddi olarak yöntemlerini savunuyorlar. Bunlardan en çok dile getirileni yeşil ceviz yaprağının çıtalar arasına konulmasıdır. Bu yöntemle de güvelenmenin önüne geçildiği görüşü arıcılar arasında sık dile getirilen hususlardandır.
Diğer hususlarda olduğu gibi bu konuda da güçlü kolonilerle çalışmanın önemi kendini bir kez daha göstermektedir.Evet arılığımızda bulunan her bir koloni güçlü olmalıdır.Güçlü koloni bir çok konuda otomatik çözüm mekanizmasıdır.Hastalık ve zarlılarla mücadelede güçlü koloniler genellikle kendi meselelerini arıcıya bırakmadan kendileri halleder.
Her hangi bir şekilde kovanlarda güveli petek görülürse güve ağlarının bulunduğu bölge kesilerek imha edilmelidir. Güvelerin hakim olduğu kovanlar varsa bunlar arılıktan zaman kaybetmeden uzaklaştırılmalıdır.Etrafa atılan mum ve petek artıkları varsa toplanılmalıdır. Zira bu tür atıklar mevsimine göre yağmaya davetiye çıkarabildikleri gibi petek güvesi içinde uygun ortamlar oluşturmaktadırlar. Zaten bilinçli bir arıcı hiçbir zaman rastgele bu tür atıkların arılığın civarına atmaz.Atmadığı gibi onları değerlendirme düşüncesinde de olur.Ayrıca kovanlar sağlam olmalı uçma deliği dışında herhangi bir delik yarık, çatlak bulunmamalıdır.
Petek güvesiyle ilaçlı mücadele yönteminden bizim ulaşabildiğimiz akademik yönü bulunan hiçbir kaynak bahsetmemekte.Tecrübeye dayalı yazılmış bazı kaynaklarda kükürt vb vasıtalarla mücadeleden söz edilse de petek üzerinde yapılan her bir kimyasal müdahale geride kalan zehirleriyle insan sağlığını tehdit edici mahiyete bürünmektedir. Bizce Bu tür müdahalelerden kaçınılmalıdır.Bunun yerine sıhhat yönünden risk unsuru barındırmayan yöntem ve teknikler araştırılıp uygulanmalıdır.
Kabartılmış peteklerin ve balalı peteklerin güvelenmemesi için denenmiş ve netice alınmış en güzel yol, derin dondurucuda bekleteme yöntemidir. Yirmi dört saat derin dondurucuda bekletilen hiçbir ballı çıta ve kabarmış çıtanın daha sonraki süreçte güvelendiğini şahsen görmedik.Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var o da şu: derin dondurucudan çıkarılan çıtalar dondurucuya konulmamış diğer çıtalarla aynı yere konulmamalıdır.Böyle bir hata yapıldığında orada var olan kelebekler yeni yumurtalar atarak tekrardan güvelenme ortamı hazırlayabilirler.
Çok sayıda kabartılmış peteği varsa bir arıcının en emin yol soğuk hava deposudur.Peteklerini bir soğuk hava deposuna emanet ederek sezonu gelinceye kadar orada bekletilmesi pratik bir çözümdür.
Tek çözüm bizim önerdiklerimizden ibaret değil .Bir çok arıcı çeşitli meyve sebze yaprakları kullanarak güvelenmenin önüne geçtiklerini ifade etseler de bunlar tarafımızdan denenip uygulanmadığı ve literatürde rastlayamadığımızdan burada zikretmiyoruz.Ama iddia sahipleri çok ciddi olarak yöntemlerini savunuyorlar. Bunlardan en çok dile getirileni yeşil ceviz yaprağının çıtalar arasına konulmasıdır. Bu yöntemle de güvelenmenin önüne geçildiği görüşü arıcılar arasında sık dile getirilen hususlardandır.
19 Aralık 2010 Pazar
Balda Zararlı Madde Olur mu?
Balın kendi yapısında zararlı madde yoktur.Diğer tarımsal ürünlerde de olduğu gibi bal üreticisi, hastalık ve zararlılarla mücadele ederken çeşitli ilaçlar kullanmaktadır.Bu ilaçların bir çoğu peteklerde ve balda kalma özelliğine sahip olduğundan balda zararlı madde olarak kendini göstermektedir.Bunların tespiti ise çok ileri derecede labaratuar analizleriyle anlaşılmaktadır.Bu konuda özen göstermeyen bir çok üretici istemeyerek ve farkında olmadan hatalar yapmaktadır.
O halde ne yapmalı, nasıl yapmalı ki sağlıklı bal tüketebilmeliyiz? Hepimiz biliriz. Bal alırken zihnimize balın hakiki bal olup olmadığına dair şüpheler geliverir.Neden böyle olur?Nedenine verilecek çok cevap olmakla birlikte tüketicilerin ne yapması gerektiğine dikkati çekmek istiyorum.
Balın üretimi sırasında hastalık ve zarlılara karşı kullanılan ilaçlar kimyasal mı biyolojik mi? Bunun anlaşılması gerekir.kimyasal ilaçlar az veya çok bal ve peteklerde kalıntı bırakmakta bu da tüketicide sağlık sorunları olarak kendini göstermektedir.Gerçi bu sağlık sorunları kısa vadede kendini göstermez. Ama totalde kişinin sağlığının bozulmasına etki eden bir faktördür.
Arı hastalık ve zarlılarıyla mücadelede biyolojik yöntemler tercih edilmiş ise bu tür ballar güvenle tüketilebilir.Biyolojik mücadele yöntemlerinin hiç birinin insan ve hayvan sağlığına olumsuz etkisi yoktur.Birde organik jeller ve kokular var. Bunlarda insan sağlığını tehdit etmemektedir.
Diğer bir hususta arının bal topladığı bölgede yüksek yoğunluklu zirai ilaçlamalar yapılıyorsa bu da balda kirlenmeye neden olacak ciddi bir faktördür.Toprağın 30 metre altından çıkarılan su da bile zirai ilaç kalıntısına rastlanırsa artık o tarla ve bahçelerden toplanan bal nektarının durumunu bir siz düşünün. Hastalık ve zararlılarla mücadelede balda kalıntı bırakmayan yöntemler tercih edilse bile yalnızca bu durum bile balın kalitesinin düşmesine ve sağlığımız için tehdit oluşturmasına nedendir.
Sağlıklı ve güvenli bal tüketmek için organik sertifikalı baları tercih etmek gerekir.Çünkü bu tür ballar şeker ve kimyasal kalıntı ve zarlılar yönünden sürekli denetlenmektedir.Birde organik sertifikası olmadığı halde düşük yoğunluklu ilaçlamanın yapıldığı küçük köylerde ve şehir kirliliğinden uzak merkezlerde küçük çaplı arıcılık yapan dürüst çalışan arıcılar mevcut.Bunları tanımak ve bilmek kolay olmasa da varlıkları bir gerçek.Bu türlerle karşılaşmak da biraz baht işi.Bahtınız açık olsun.
O halde ne yapmalı, nasıl yapmalı ki sağlıklı bal tüketebilmeliyiz? Hepimiz biliriz. Bal alırken zihnimize balın hakiki bal olup olmadığına dair şüpheler geliverir.Neden böyle olur?Nedenine verilecek çok cevap olmakla birlikte tüketicilerin ne yapması gerektiğine dikkati çekmek istiyorum.
Balın üretimi sırasında hastalık ve zarlılara karşı kullanılan ilaçlar kimyasal mı biyolojik mi? Bunun anlaşılması gerekir.kimyasal ilaçlar az veya çok bal ve peteklerde kalıntı bırakmakta bu da tüketicide sağlık sorunları olarak kendini göstermektedir.Gerçi bu sağlık sorunları kısa vadede kendini göstermez. Ama totalde kişinin sağlığının bozulmasına etki eden bir faktördür.
Arı hastalık ve zarlılarıyla mücadelede biyolojik yöntemler tercih edilmiş ise bu tür ballar güvenle tüketilebilir.Biyolojik mücadele yöntemlerinin hiç birinin insan ve hayvan sağlığına olumsuz etkisi yoktur.Birde organik jeller ve kokular var. Bunlarda insan sağlığını tehdit etmemektedir.
Diğer bir hususta arının bal topladığı bölgede yüksek yoğunluklu zirai ilaçlamalar yapılıyorsa bu da balda kirlenmeye neden olacak ciddi bir faktördür.Toprağın 30 metre altından çıkarılan su da bile zirai ilaç kalıntısına rastlanırsa artık o tarla ve bahçelerden toplanan bal nektarının durumunu bir siz düşünün. Hastalık ve zararlılarla mücadelede balda kalıntı bırakmayan yöntemler tercih edilse bile yalnızca bu durum bile balın kalitesinin düşmesine ve sağlığımız için tehdit oluşturmasına nedendir.
Sağlıklı ve güvenli bal tüketmek için organik sertifikalı baları tercih etmek gerekir.Çünkü bu tür ballar şeker ve kimyasal kalıntı ve zarlılar yönünden sürekli denetlenmektedir.Birde organik sertifikası olmadığı halde düşük yoğunluklu ilaçlamanın yapıldığı küçük köylerde ve şehir kirliliğinden uzak merkezlerde küçük çaplı arıcılık yapan dürüst çalışan arıcılar mevcut.Bunları tanımak ve bilmek kolay olmasa da varlıkları bir gerçek.Bu türlerle karşılaşmak da biraz baht işi.Bahtınız açık olsun.
18 Aralık 2010 Cumartesi
BAL ÇOCUKLAR İÇİN ZARARLI MIDIR?
İki yaşından küçüklere bebek, büyüklere ise çocuk denmektedir.İşin uzmanları bir yaşına kadar olan bebeklerin bal tüketmemesini tavsiye etmektedirler. Gerekçeleri ise bebeklerin karaciğerlerine olumsuz etkide bulunacağı şeklindeki tıpbi hükümdür.
Çocuklar için her hangi bir kısıtlama yoktur.Aksine onlar için çok önemli bir gıda maddesidir.İçeriğindeki vitamin ve mineral, enzim ve aminoasitler çocukların bedensel gelişimine önemli katkılar sağlamaktadır. Bununla kalmayıp,enerji ihtiyaçlarının karşılanması ve vücut dirençlerinin artmasında da çok önemli rol oynayan bal, çocuklarla birkilte yetişkinlerinde vaz geçilmez gıdaları arasında olmalıdır.Bu arada şeker hastalarının bal tüketimi konusunda dikkatli olmaları gerekmektedir. Hiç şeker verilmeden üretim yapılan arıların ballarında bile %5 şeker bulunacağından şeker hastaları ancak tadımlık bal tüketebilirler. Bunun dışında bal insanlar için önemli bir gıda maddesi olup alternatifsiz bir tatlı türümüzdür. Her fırsatta ve her bahane ile bol bol tüketilmelidir.
Balı sevmeyen çocukların sütlerine, yoğurtlarına , çaylarına ve uygun olan diğer gıdalara katılarak tüketilmesi denenmelidir.Üzerine yoğurt dökülmüş balı bir çok çocuğun severek tükettiğini yakinen biliyoruz.
Anneler çocuklarının bal tüketmesi için daha bir çok alternatif geliştirebileceklerdir. Buna kendilerini zorlamalıdırlar da.
17 Aralık 2010 Cuma
Alttan Havalandırmalı Kovanları Kullanırken Nelere Dikkat Etmeliyiz?
Varrova ile mücadelede ve kovan içi havalandırmada önemli avantajları bulunmakta olan alttan havalandırmalı kovanlar,yer değiştirmelerde zarar görmemesi için sağlam malzemelerden üretilmelidir.Uygunsuz zeminlere konulduğunda kolay zarar görmemesi için nakillerde özellikle özen gösterilmelidir.Bu nokta gösterilecek bir kusur arılarınızın yağmaya uğramasına davetiye çıkaracaktır.ayrıca fark edilemeyen deformasyon nedeniyle yer değiştirmeler sırasında arıların saldırısından iş yapamayacak hale gelmeniz söz konusu olabilir.
Çekmece ve dip tahtası sıklıkla temizlenmelidir.Aksi taktirde haşerata mekan olan dip tahtası faydalı olmaktan ziyade zarar üretecektir.Özellikle güve denilen kurtçuklar bu tür zeminleri çok sevdiğinden hemen oralarda yuvalar kurarak balınızı ve peteğinizi zayi edebilir.Üzerinde kurtçuklar dolaşan bir balı ya da poleni kimse satmak istemez.Zaten alıcısı da olmazBöyle bir durumda yitirilen itibar sanırım kolay kolay geri elde edilemez..Öyle ise dip tahtası ve çekmece temizliği sıklıkla yapılmalıdır.Bu konuda gösterilecek ihmalin faturası arıcılık kariyerinizi lekeleyecek hatta söndürecek kadar vahim olabilir.
Yedi çıtadan fazla çıtası ve arı çokluğu bulunan koloniler, dip tahtası komple açık olarak kışlayabilirse de , daha az sayıdaki kolonileri için yeterli havalandırmanın olacağı, nemin biriktirilmeyeceği konuma ayarlamak gerekir.
Arılarımızı açık Mekanda mı Kapalı Mekanda mı kışlatmalıyız?
Arılarımızı nerede kışlatmalı sorusuna benim verebileceğim cevap açık mekanlarda kışlatılmalıdır.Sağlam kovanlar tercih edilmeli, eski, kırık dökük, çürük kovanlarla açık havada kışlatılması arıları bile bile ölüme sürüklemektir.Rüzgar ve su almayan yağışlardan etkilenmeyen sağlam kovanlarla çalışılmalıdır. Çadır, muşamba ve ya naylonlarla dıştan kovanların üzerini kapatmak yağışların olumsuz etkilerinden korunmak adına güzel bir tetbirdir.
Kapalı mekanlarda arı kışlatmak çoğu kez arıların ölümüne neden olacak tercih olarak kendini göstermektedir.Kapalı arılıklar kolonileri dış etkilere karşı korumak düşüncesiyle inşa edilseler de bu tip arılıklarda hava akımı yeterince sağlanmadığından biriken nem ve karbondioksit arıların ölümüne neden olmaktadır.Hava sirkilasyonu iyi ayarlanmış,nem tutmayan mekanlar oluşturmak arılar için ideal mekanlar anlamına gelir. Suyun, karın rüzgarın ortasında kalan bir koloni ile bu tür iklim olumsuzluklarından uzak arılıklar elbette tercihe şayandır.Ancak,Çok sayıda koloni için kapalı arılık inşa etmek pratik olmadığı gibi ekonomik de olmayacağından iklim olumsuzluklarından etkilenmeyecek muntazam kovanlarla açık havada kışlatmayı tercih etmeliyiz diye düşünmekteyim. Birkaç kovan için kapalı mekan oluşturmak çok zor olmasa da sayıları yüzleri bulan koloniler için kapalı mekan ideal olmakla birlikte hobici işi olmasa gerek.
Bir çok başarılı arıcı kovanlarını çeşitli örtülerle kışın olumsuzluklarından koruyarak dışarıda arılarını kışlatmaktadır.Benim tercihim arıları kendi ortamlarında kendi akışlarına bırakmaktan yana.
16 Aralık 2010 Perşembe
ARICILIKTA EMPATİ
Bir zamanlar dillere pelesenk olmuş bir söz vardı: “Önce insanım sonra gazeteci”.Evet bizler önce insanız,sonra arıcı.Dünyayı bir canlı olarak arıyla ortak paylaşıyoruz.Arılar hayatları sürdürmek ve nesillerini devam ettirmek için bir yığın gayret gösterir , çaba harcarlar.Bizlerde onların bu haklı gayretlerini biraz da istismar ederek faydalanmak için çaba sarf ederiz.Bir çok faydalar da temin ettiğimiz için arıcıyız.Bu yönüyle baktığımızda arıya minnet borçluyuz. Tabi arıya minnet edilemez asıl minnet ve teşekkür, arının eliyle bize arıdan elde edilen ürünleri yediren,Rabbimize olmalıdır. Arı kendisine yüklenen proğramı icra ederken, aslında bize proğramcısından haber veriyor.Arıya bu yönüyle bakıp bol bol tefekkür edilmelidir.
Dedik ya önce insanız. Arı ilişkilerimizi de insani temeller üzerine oturtmalı,empati kurarak onlara muamele etmeliyiz.Nihayetinde bir böcek deyip ezip geçmemeliyiz.Onlarında bir canlı olduğunu, bu dünyada eceliyle ölünceye kadar yaşamaya hakkının olduğunu asla hatırımızdan çıkarmamalıyız.Arılar bize Allah’ın emaneti. Onlara titizlikle korunması gereken bir emanet gözüyle bakmamız gerekir. İhtiyaçlarını eksiksiz gidermeli, hastalıklarında ya da bir sorunla karşılaştıklarında umursamaz tavırlar sergilemek emanete hıyanet olacağı gibi insani anlayış ve yaklaşımlara da terstir.
Onlarında kendi dünyalarında mutlu olamaya,geleceklerinden endişe etmeden yaşamaya hakları var.Onlarında bir aile düzenleri ve yavruları var.Onlarda acıkır ve susarlar, hastalanırlar. Yağmaya uğrar muzır böcek ve asalakların tehdidine maruz kalırlar.Bu durumlarda hemen insani sorumluluk anlayışımızla meseleye yaklaşıp gerekli müdahaleleri geciktirmeden yapmamız gerekir.
Arıya bu dünyayı birlikte paylaştığımız bir canlı, Allah tarafından bizim sorumluluğumuza verilmiş bir emanet nazarıyla yaklaştığımızda sanırım emanete hıyanet etmeden gerekeni yapacağımızı düşünüyorum.Arılarla ilişkilerimizde empati , heriki taraf içinde hayırlı neticeler verecektir. Yanılıyor muyum?
Dedik ya önce insanız. Arı ilişkilerimizi de insani temeller üzerine oturtmalı,empati kurarak onlara muamele etmeliyiz.Nihayetinde bir böcek deyip ezip geçmemeliyiz.Onlarında bir canlı olduğunu, bu dünyada eceliyle ölünceye kadar yaşamaya hakkının olduğunu asla hatırımızdan çıkarmamalıyız.Arılar bize Allah’ın emaneti. Onlara titizlikle korunması gereken bir emanet gözüyle bakmamız gerekir. İhtiyaçlarını eksiksiz gidermeli, hastalıklarında ya da bir sorunla karşılaştıklarında umursamaz tavırlar sergilemek emanete hıyanet olacağı gibi insani anlayış ve yaklaşımlara da terstir.
Onlarında kendi dünyalarında mutlu olamaya,geleceklerinden endişe etmeden yaşamaya hakları var.Onlarında bir aile düzenleri ve yavruları var.Onlarda acıkır ve susarlar, hastalanırlar. Yağmaya uğrar muzır böcek ve asalakların tehdidine maruz kalırlar.Bu durumlarda hemen insani sorumluluk anlayışımızla meseleye yaklaşıp gerekli müdahaleleri geciktirmeden yapmamız gerekir.
Arıya bu dünyayı birlikte paylaştığımız bir canlı, Allah tarafından bizim sorumluluğumuza verilmiş bir emanet nazarıyla yaklaştığımızda sanırım emanete hıyanet etmeden gerekeni yapacağımızı düşünüyorum.Arılarla ilişkilerimizde empati , heriki taraf içinde hayırlı neticeler verecektir. Yanılıyor muyum?
8 Aralık 2010 Çarşamba
DEVRİM OSKAY HOCA'DAN İNVERTŞURUP İLE İLGİLİ BİR NOT
Gelelim invert şurup ile ilgili son edindiğim bilgilere, Washington Eyalet üniversitesi bal arısı laboratuarı nın yöneticisi olan Prof. Dr. Steve Sheppard ile yaptığım görüşme esnasında, kendisine invert şurup hakkındaki görüşlerini ve burada koloni beslenmesinde neden invert şurup yerine toz şekerden yapılan şurubun kullanıldığını sordum. Kendisi, bana bundan yaklaşık 10 yıl önce A.B.D.' de invert şurupta bulunan HMF ve kulanılan asitler yüzünden zehirlenmelerin olduğunu, toplu koloni ölümleri yaşandığını, bu yüzden asitler ve ıstılarak yapılan invert şurubun riskli olduğunu belirtti. Bununla birlikte, enzim yoluyla yapılan iaittir.nvert şuruplar da HMF ve asit zehirlenmesi riskinin olmadığını, kullanılabileceğini, fakat onun normal şekerden daha pahalı olduğu için kullanmadığımızı söyledi. ABD' de Puerto Rico, Washington state, Illinois, Michigan state, Ohio state, California Davis Üniversitelerinin bal arısı araştırma laboratuvarlarında belli sürelerde bulunma şansım oldu. Hiç birinin invert şeker kullandığını görmedim. HMF siz günler dileyerek, en derin saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum.
Not: değerlendirmenin tamamı Devrim OSKAY Hoca'ya aittir.
Not: değerlendirmenin tamamı Devrim OSKAY Hoca'ya aittir.
ARICILIK SİGORTASI
Arıcılık sigortası ile ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı'na sorduğumuz soruya verilen cevabı arıcılık dünyasında, ihtiyaç hisseden arkadaşlarımızın dikkatine sunuyoruz..
Sorunuz:
Arılarımı arıcılık sigortası yaptırmak istiyorum. Toplu ölümler, hırsızlık, yabani hayvan saldırısı,kurak giden hava şartları arıcılık için tehdit oluşturan unsurlardır. Bu unsurlara karşı yaprtırmak istediğim sigortanın caiz olup olmadığını öğrenmek istiyorum.Lütfen beni aydınlatırmısınız?
Cevap:
Kâr payı esasına dayalı çalışan birikimli hayat sigortası ile bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sistemi, yatırılan primler dinen helal olan alanlarda değerlendirilmesi durumunda caizdir. Aksi takdirde caiz değildir. Buna göre, yatırılan primlerin tamamı veya bir kısmı devlet tahvili, faizli bono ve repo gibi dinen helal olmayan alanlarda değerlendirilen birikimli hayat sigortası ile bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sistemi caiz değildir.
Bunların dışında kalan ticarî sigortalar, sosyal sigortalar ve karşılıklı sigortalar, sigortanın konusu (sigortalanan şey) din tarafından yasaklanmış olmamak kaydıyla caizdir. Buna göre, deprem sigortası, ev, işyeri, tarla, bahçe, arı kovanları ve araba sigortası (kasko) yaptırmak caiz olduğu gibi bu tür sigortaların yapıldığı bir işyerinde çalışmak da caizdir. Dolayısıyla, bu yolla sağlanan kazanç da helaldir.
Sorunuz:
Arılarımı arıcılık sigortası yaptırmak istiyorum. Toplu ölümler, hırsızlık, yabani hayvan saldırısı,kurak giden hava şartları arıcılık için tehdit oluşturan unsurlardır. Bu unsurlara karşı yaprtırmak istediğim sigortanın caiz olup olmadığını öğrenmek istiyorum.Lütfen beni aydınlatırmısınız?
Cevap:
Kâr payı esasına dayalı çalışan birikimli hayat sigortası ile bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sistemi, yatırılan primler dinen helal olan alanlarda değerlendirilmesi durumunda caizdir. Aksi takdirde caiz değildir. Buna göre, yatırılan primlerin tamamı veya bir kısmı devlet tahvili, faizli bono ve repo gibi dinen helal olmayan alanlarda değerlendirilen birikimli hayat sigortası ile bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sistemi caiz değildir.
Bunların dışında kalan ticarî sigortalar, sosyal sigortalar ve karşılıklı sigortalar, sigortanın konusu (sigortalanan şey) din tarafından yasaklanmış olmamak kaydıyla caizdir. Buna göre, deprem sigortası, ev, işyeri, tarla, bahçe, arı kovanları ve araba sigortası (kasko) yaptırmak caiz olduğu gibi bu tür sigortaların yapıldığı bir işyerinde çalışmak da caizdir. Dolayısıyla, bu yolla sağlanan kazanç da helaldir.
7 Aralık 2010 Salı
OKASALİK ASİT UYGULAMASI
Selam arı dostları,
burada havalar daha istediğim soğukluğa ulaşmadı yani 5 °derece olmadı
onun için salkımda olmayan arıya,oksalik asit uygulayamadım,bekliyorum en
kısa zamanda uygulamayı sizler ile paylaşacağım.
Uygulama Kasım - Aralık aylarında hava uygun olduğu zaman
hep birlikte yapacağız.
Türkiyenin bazı bölgelerinde hava sıcaklığı Oksalik asiti
uygulamak için uygun olduğundan arıcı dostlara
yardımcı olmak için önceden yukarda görünen diagramı
paylaşmaya karar verdim.
Oksalik asit bir kere yapıldığından,uygulama zamanını
iyi belirlemek gerekiyor.
Bu sene bu son uygulamayı yapmazsanız seneye
bahara çok geç kalmış olursunuz.
Ayrıca sitemin yan tarafında Oksalik asit uygulamsı yazan
yerdeki resimin üstüne tıklarsanız uygulamayı görürsünüz.
Oksalik asitin derecesi ve miktarını yakınımızda bulunan
Hohenheim Üniversitesi belirlemiştir,çünkü onlar biz arıcılar için
deneyler yapıp en uygun derece (%3,5) ve miktarını belirleyerek
sonuçlarını biz arıcılar ile paylaşarak tavsiyede bulunuyorlar,
onun için kendimiz deneyler yapmıyor ve koloni sönmelerini
böylelikle baştan önlüyoruz.
Oksalik asit sonbahar bakımına dahil olduğundan,
formik asit uygulamasından sonra arıların üstündeki
varroaları dökmek içindir,ertelenmesi tavsiye edilmez.
Hava şartları uygun bir zaman yapılması gerekir,
ve bir kereden fazla yapıldığında arılara faydasından çok zarar
veriyor onun için uygun zamanda bir kere yapılması
tavsiye ediliyor.
Oksalik asit karışımı arttığında (1 hafta sonra mesela)
tekrar kullanmayınız,çünkü bozuluyor.
Alıntı Mehmet Yüksel
http://mehmetyuksel1.blogspot.com
GERÇEK BAL- GÜVENLİ BAL
Hemen şunu ifade edelim ki balın akışkanlığına bakarak, koklayarak ve ya tadarak balın gerçekliğine yada sahte olduğuna karar verilemez.Çeşitli boya kalemleriyle yazıp yazmadığını, boyasının çıkıp çıkmadığını araştırmak,ateşte yakarak şekersiz olduğuna hükmetmek ciddi hiçbir gerçeklik payı olmayan yaklaşımlardır.Belki saydığımız yöntemleri bir ip ucu olarak kabul etmek mümkün ise de kesinlikle bizi en doğru sonuca götürecek yöntemler değildir.
Bir balın gerçek mi sahte mi olduğunu içindeki şeker oranın ne miktarda olduğunu ancak laboratuar analizleriyle anlayabilmek mümkündür.Balın kendi yapısı gereği içinde yaklaşık %5 civarında şeker bulunduğunu tüketicilerin bilmesinde fayda var.Bunun üzerinde bir miktar ifade ediliyorsa bu ürün bal olmaktan uzaklaşarak yalnızca gıdaya dönüşmüştür.Piyasa da görülen ve A marketlerde rafları dolduran bir çok bal görünümlü ürünler bu cinstendir.Bu tür yerlerden bal alırken ürün içeriğini mutlaka okunması gerekir. Bir de Tarım bakanlığı gıda tüzüğü bal kodeksine göre üretilip üretilmediğine dikkat edilmesi gerekir.
Bir tüketici hakiki bal tüketmek istiyorsa, üzerinde bu ürün organiktir etiketi olan ve beraberinde organik olduğuna hükmeden yetkili kuruluşun amblemi bulunan balları tercih etmelidir.Bu tür ünlerde hiçbir şaibe yer vermeyecek ve balın gerçekliği hakkında hiçbir soru işaretini gerektirmeyecek kadar netlikte ve kesinlikte ürün üretimi ve tüketiciye ulaştırma yöntem ve stretejileri takip edilmektedir.
Bu açıklamalarımızla geleneksel üretim yapan arıcılarımızı töhmet altında bırakmak gibi bir düşüncemiz yok.Bunlar içinde çok iyi niyetli olup bala hile karıştırmadan üretim yapan bir çok arıcı arkadaşımızın olduğunu biliyoruz.Ancak bunların kimler olduğunu,ürünlerinin ne kadar sağlık yönünden riskleri içerip içermediğini kimsenin net olarak bilme şansı yok. Ancak güvene dayalı bir itimat söz konusudur.
Organik üretimlerde ise üretimin her aşaması paketlenip üreticiye ulaşıncaya kadarki sürecin tamamı Tarım Bakanlığı’nın yetki verdiği kuruluşlarca takip edilmektedir.Bu durum üreticinin bala şeker katma ve ürünün muhtevasında insan sağlığını olumsuz etkileyecek kalıntıların bulunma ihtimalini büs bütün ortadan kaldırmaktadır.
Eğer dedelerinizin tükettiği kalitede bal tüketmek istiyorsanız bence organik balı tercih etmelisiniz.
Bir balın gerçek mi sahte mi olduğunu içindeki şeker oranın ne miktarda olduğunu ancak laboratuar analizleriyle anlayabilmek mümkündür.Balın kendi yapısı gereği içinde yaklaşık %5 civarında şeker bulunduğunu tüketicilerin bilmesinde fayda var.Bunun üzerinde bir miktar ifade ediliyorsa bu ürün bal olmaktan uzaklaşarak yalnızca gıdaya dönüşmüştür.Piyasa da görülen ve A marketlerde rafları dolduran bir çok bal görünümlü ürünler bu cinstendir.Bu tür yerlerden bal alırken ürün içeriğini mutlaka okunması gerekir. Bir de Tarım bakanlığı gıda tüzüğü bal kodeksine göre üretilip üretilmediğine dikkat edilmesi gerekir.
Bir tüketici hakiki bal tüketmek istiyorsa, üzerinde bu ürün organiktir etiketi olan ve beraberinde organik olduğuna hükmeden yetkili kuruluşun amblemi bulunan balları tercih etmelidir.Bu tür ünlerde hiçbir şaibe yer vermeyecek ve balın gerçekliği hakkında hiçbir soru işaretini gerektirmeyecek kadar netlikte ve kesinlikte ürün üretimi ve tüketiciye ulaştırma yöntem ve stretejileri takip edilmektedir.
Bu açıklamalarımızla geleneksel üretim yapan arıcılarımızı töhmet altında bırakmak gibi bir düşüncemiz yok.Bunlar içinde çok iyi niyetli olup bala hile karıştırmadan üretim yapan bir çok arıcı arkadaşımızın olduğunu biliyoruz.Ancak bunların kimler olduğunu,ürünlerinin ne kadar sağlık yönünden riskleri içerip içermediğini kimsenin net olarak bilme şansı yok. Ancak güvene dayalı bir itimat söz konusudur.
Organik üretimlerde ise üretimin her aşaması paketlenip üreticiye ulaşıncaya kadarki sürecin tamamı Tarım Bakanlığı’nın yetki verdiği kuruluşlarca takip edilmektedir.Bu durum üreticinin bala şeker katma ve ürünün muhtevasında insan sağlığını olumsuz etkileyecek kalıntıların bulunma ihtimalini büs bütün ortadan kaldırmaktadır.
Eğer dedelerinizin tükettiği kalitede bal tüketmek istiyorsanız bence organik balı tercih etmelisiniz.
6 Aralık 2010 Pazartesi
POLENİN İYİLEŞTİRİCİ YÖNÜ
Bal’ın şifa kaynağı olduğu Kur’an-ı Kerim’de mucizevi bir şekilde ifade edilmektedir. Bilim ise Kur’anın haber verdiği bu hakikati doğrulamaktadır.Bu konuyla ilgili elde ettiğimiz gözlem ve değerlendirmelerimizi bir başka zamana tehir ederek polen için şahit olduğumuz bir bazı şifa bilgilerini sizinle paylaşmak istiyorum:
Burada bahsedeceklerim bizzat şahsımın yakinen bildiği gerçekler olup nakli bilgiler değildir.
Annem heyet raporlu kalp yetmezliği, KOAH ve yüksek tansiyon hastasıdır.Mevcut ilaçlarına ek olarak son iki yıldır Tubitak’ın tavsiye ettiği miktarda ve düzende muntazam olarak polen tüketmesini sağladık.Önce tansiyonunun düzene girdiğine şahit olduk.Yaklaşık iki yıldır annemin tansiyonun hiçbir zaman 12 nin üzerinde seyretmedi.Şu an tansiyon ilacı da kullanmıyor.Ama muntazam olarak sabah akşam polen tüketmeye devam etmekte.
Diğer İyi gelişme ise yürüyüş performansındaki yükselmedir.Yukarıda ifade etmiştim. KOAH ve Kalp yetmezliği hastası olan annem,yüz metrelik yolu bile yürürken nefes nefese kalıyor, ikamet etmekte olduğu eve çıkmak için kullandığı on basamaklı merdivende sorun yaşıyor idi.Sıklıkla yüzlerinde ve bacaklarında meydana gelen şişliklerden dolayı doktora götürürdük.Hemen hemen her kış birkaç kez hastanede doktor gözetiminde kalırdı.Şu an ilaçlarını muntazam olarak kullanıyor.Polen tüketmeye başladıktan sonra yürüye bildiği yol iki kilometreye kadar yükseldi.Bu sürede yalnızca bir defa hastanede yatmak zorunda kaldı. Polen öncesi ve sonrasını kıyasladığımızda ciddi bir iyileşmeden söz etmek mümkün.
Merdivenleri nefesi daralmadan çıkıyor, istediği kadar yürüyebiliyor, hastaneye gitme sıklığı nerede ise yok denecek düzeye kadar geriledi.Şu an yüksek tansiyon sorunu yaşamıyor.
Bir katılım bankasında çalışan kardeşim,midesindeki yanmalardan yıllar yıllı şikayetçi idi. Ona Yarım kilo kadar polen verdim ve nasıl kullanacağını anlattım.Polen tükettiği sürece midesinden hiçbir sorun yaşamadığını hem de ilk kullanımdan itibaren rahatladığını dualar ederek bana aktardı.Öyle birkaç günlük ara vermelerde de bir sıkıntı olmadığını ama uzun süre aksattığında yine yanma olduğunu ayrıca belirti.
Çorum Çakır Köyü’nden Muharrem ŞEKER isminde ülser hastası bir vatandaşa bir su bardağı polen hediye ettim.”Dene bir bak nasıl olacak” dedim.Bir kaç gün sonra bir miktar daha polen almak istediğini çok rahat olduğunu belirtti. Daha sonra iki oğlu da ülser hastası imiş onlarda polen için bana geldiler. Şimdi ailece polen tüketiyorlar ve çok rahatlar.
Prostat hastası olup rahatladığı için üç yıldır hiç aksatmadan polen kullanan insanlar biliyorum (isimlerinin açıkça belirtilmesini istemedikleri için yazamayacağım)
Kayın validenin “on yedi yıldır ilk defa bu kadar rahat oruç tuttum” dedikten sonra ettiği dualar bana yeter.
Hiçbir şikayetim olmamamsına rağmen sabahları polen tükettiğimde gün içinde çok zinde olduğumu, akşamları yatmadan polen tüketerek yattığımda deliksiz uyku uyuduğumu da ben ifade edeyim.
Anlatılacak çok örnek var. Yeri geldiği zaman onlardan da bahsedilebilir.Şimdilik yeterli olduğunu düşünmekteyiz.
Ben burada klinik deneylerden filan bahsetmiyorum. Makaleler paylaşmadım. Bilim adamlarından nakiller yapmadım.Bizzat birinci derece yakınlarımda gördüğüm iyileşmelerden söz ettim.
Bu gerçeklere birileri kulaklarını tıkasa, gözlerini kapasa da yakinen şahit olduğum yaşanmış hakikatleri buradan ilgili herkes ile paylaşıyorum.
Güneşe güzünü kapatanlar, yalnızca kendilerine karanlık yaparlar.Bu onların tercihi kendileri bilirler…
Burada bahsedeceklerim bizzat şahsımın yakinen bildiği gerçekler olup nakli bilgiler değildir.
Annem heyet raporlu kalp yetmezliği, KOAH ve yüksek tansiyon hastasıdır.Mevcut ilaçlarına ek olarak son iki yıldır Tubitak’ın tavsiye ettiği miktarda ve düzende muntazam olarak polen tüketmesini sağladık.Önce tansiyonunun düzene girdiğine şahit olduk.Yaklaşık iki yıldır annemin tansiyonun hiçbir zaman 12 nin üzerinde seyretmedi.Şu an tansiyon ilacı da kullanmıyor.Ama muntazam olarak sabah akşam polen tüketmeye devam etmekte.
Diğer İyi gelişme ise yürüyüş performansındaki yükselmedir.Yukarıda ifade etmiştim. KOAH ve Kalp yetmezliği hastası olan annem,yüz metrelik yolu bile yürürken nefes nefese kalıyor, ikamet etmekte olduğu eve çıkmak için kullandığı on basamaklı merdivende sorun yaşıyor idi.Sıklıkla yüzlerinde ve bacaklarında meydana gelen şişliklerden dolayı doktora götürürdük.Hemen hemen her kış birkaç kez hastanede doktor gözetiminde kalırdı.Şu an ilaçlarını muntazam olarak kullanıyor.Polen tüketmeye başladıktan sonra yürüye bildiği yol iki kilometreye kadar yükseldi.Bu sürede yalnızca bir defa hastanede yatmak zorunda kaldı. Polen öncesi ve sonrasını kıyasladığımızda ciddi bir iyileşmeden söz etmek mümkün.
Merdivenleri nefesi daralmadan çıkıyor, istediği kadar yürüyebiliyor, hastaneye gitme sıklığı nerede ise yok denecek düzeye kadar geriledi.Şu an yüksek tansiyon sorunu yaşamıyor.
Bir katılım bankasında çalışan kardeşim,midesindeki yanmalardan yıllar yıllı şikayetçi idi. Ona Yarım kilo kadar polen verdim ve nasıl kullanacağını anlattım.Polen tükettiği sürece midesinden hiçbir sorun yaşamadığını hem de ilk kullanımdan itibaren rahatladığını dualar ederek bana aktardı.Öyle birkaç günlük ara vermelerde de bir sıkıntı olmadığını ama uzun süre aksattığında yine yanma olduğunu ayrıca belirti.
Çorum Çakır Köyü’nden Muharrem ŞEKER isminde ülser hastası bir vatandaşa bir su bardağı polen hediye ettim.”Dene bir bak nasıl olacak” dedim.Bir kaç gün sonra bir miktar daha polen almak istediğini çok rahat olduğunu belirtti. Daha sonra iki oğlu da ülser hastası imiş onlarda polen için bana geldiler. Şimdi ailece polen tüketiyorlar ve çok rahatlar.
Prostat hastası olup rahatladığı için üç yıldır hiç aksatmadan polen kullanan insanlar biliyorum (isimlerinin açıkça belirtilmesini istemedikleri için yazamayacağım)
Kayın validenin “on yedi yıldır ilk defa bu kadar rahat oruç tuttum” dedikten sonra ettiği dualar bana yeter.
Hiçbir şikayetim olmamamsına rağmen sabahları polen tükettiğimde gün içinde çok zinde olduğumu, akşamları yatmadan polen tüketerek yattığımda deliksiz uyku uyuduğumu da ben ifade edeyim.
Anlatılacak çok örnek var. Yeri geldiği zaman onlardan da bahsedilebilir.Şimdilik yeterli olduğunu düşünmekteyiz.
Ben burada klinik deneylerden filan bahsetmiyorum. Makaleler paylaşmadım. Bilim adamlarından nakiller yapmadım.Bizzat birinci derece yakınlarımda gördüğüm iyileşmelerden söz ettim.
Bu gerçeklere birileri kulaklarını tıkasa, gözlerini kapasa da yakinen şahit olduğum yaşanmış hakikatleri buradan ilgili herkes ile paylaşıyorum.
Güneşe güzünü kapatanlar, yalnızca kendilerine karanlık yaparlar.Bu onların tercihi kendileri bilirler…
5 Aralık 2010 Pazar
AKLIMIZDA BULUNSUN ARILARIN KEK İHTİYACI
Bu sene kış geç geldi. Arı mevcudu hızla azalırken ana arının yumurtayı kesmesi nedeniyle ölenin yerine yeni arı gelmediğinden kolonilerde hızlı bir çöküş yaşandı. Bu çöküş kimi kolonilerde top yekun yok oluşa kadar gitti. Kimi kolonilerde ciddi şekilde zayıfladı. Çok güçlü olanlar bu sürede rutin gidişatını devam ettirdiler ve ciddi bir zafiyet göstermediler.
Ölen öldü Kalan sağlar bizimdir. Yolumuza onlarla devam edeceğiz. Malum iklim şartlarının mevsim normallerinde seyretmemesi arı ölümleri ve zayıflamasından başka olarak beraberinde yiyecek sıkıntısını da getirdi. İlk iş olarak, geçtiğimiz aylarda kek takviyesi yapılmadı ise erken ilk baharda arıların salkımdan çıktığı dönemlerde kek takviyesi yapılmalı ,seyreden süreçte bir su bardağı miktarında koyu şerbet ile şerbetleme işlemine başlanmalıdır..Koyudan kasıt, iki ölçü şeker, bir ölçü sudur.Yeni sezonda ilk şerbetleme bu ölçü ile başlamalı ve gün aşırı olarak verilmelidir.
Kötü giden son baharın tahribatını atlatmak için yapılacak bir başka iş de zayıf kolonileri güçlü koloniler ile birleştirmektir. Ya da iki zayıf bir güçlü olacaksa ikisi birleştirilmeli, üç kovan da birleştirilebilir.Birleştirme işlemine başlamadan önce ulaşabildiğiniz kaynaklardan ” arı nasıl birleştirilir “ konusunu bir okumakta fayda var.
Zaten arıcılıkta temel ilkelerden birisi de güçlü koloniler ile çalışmaktır.Her hangi bir şekilde zayıflamış kolonileri hiç vakit kaybetmeden birleştirme kurallarına riayet ederek hemen birleştirilmelidir.Zayıf kovanın kendine hayrı olmayacağı gibi diğer kolonilere de zarar vermesi kuvvetle muhtemeldir.
Normal şartlar altında arılara baldan başka takviye besin verilmesine taraftar değilim. Ancak olağan üstü durumlarda takviye besin için kek vermekten başka çıkar yol yok gibi görülüyor. Mevsim şartları el verirde kovan açma şansımız olursa yarım ballı çıtalar üzerleri çizilerek verilebilir. Bu kekten daha makbuldür.
Bir de hazırlanacak kekin son derece sade olmasına dikkat edilmelidir. Sade kek, pudra şekeri ve balla yapılan kektir. Bunun dışındaki hiçbir katkı maddesini katmamanızı acizane tavsiye ederim.
Ölen öldü Kalan sağlar bizimdir. Yolumuza onlarla devam edeceğiz. Malum iklim şartlarının mevsim normallerinde seyretmemesi arı ölümleri ve zayıflamasından başka olarak beraberinde yiyecek sıkıntısını da getirdi. İlk iş olarak, geçtiğimiz aylarda kek takviyesi yapılmadı ise erken ilk baharda arıların salkımdan çıktığı dönemlerde kek takviyesi yapılmalı ,seyreden süreçte bir su bardağı miktarında koyu şerbet ile şerbetleme işlemine başlanmalıdır..Koyudan kasıt, iki ölçü şeker, bir ölçü sudur.Yeni sezonda ilk şerbetleme bu ölçü ile başlamalı ve gün aşırı olarak verilmelidir.
Kötü giden son baharın tahribatını atlatmak için yapılacak bir başka iş de zayıf kolonileri güçlü koloniler ile birleştirmektir. Ya da iki zayıf bir güçlü olacaksa ikisi birleştirilmeli, üç kovan da birleştirilebilir.Birleştirme işlemine başlamadan önce ulaşabildiğiniz kaynaklardan ” arı nasıl birleştirilir “ konusunu bir okumakta fayda var.
Zaten arıcılıkta temel ilkelerden birisi de güçlü koloniler ile çalışmaktır.Her hangi bir şekilde zayıflamış kolonileri hiç vakit kaybetmeden birleştirme kurallarına riayet ederek hemen birleştirilmelidir.Zayıf kovanın kendine hayrı olmayacağı gibi diğer kolonilere de zarar vermesi kuvvetle muhtemeldir.
Normal şartlar altında arılara baldan başka takviye besin verilmesine taraftar değilim. Ancak olağan üstü durumlarda takviye besin için kek vermekten başka çıkar yol yok gibi görülüyor. Mevsim şartları el verirde kovan açma şansımız olursa yarım ballı çıtalar üzerleri çizilerek verilebilir. Bu kekten daha makbuldür.
Bir de hazırlanacak kekin son derece sade olmasına dikkat edilmelidir. Sade kek, pudra şekeri ve balla yapılan kektir. Bunun dışındaki hiçbir katkı maddesini katmamanızı acizane tavsiye ederim.
1 Aralık 2010 Çarşamba
ARI HANGİ FAKÜLTEYİ BİTİRDİ?
Arı balının, stresin en büyük ilâcı olduğu, günümüzde ağır ve stresli şartlarda sağlıklı beslenmenin en iyi yollarından birisinin gerçek arı balı tüketmekten geçtiği bildirildi. (aa)
Aslında bal, sadece strest değil, pek çok hastalığın da ilacıydı. Balın insanlar için şifa oluşunu, arıyı ve onu yaratan Zât, asırlar öncesinde Kur’ân’da şöyle bildiriyordu:
“Rabbin bal arasına ilham etti: ‘Dağlardan, ağaçlardan, insanların kurduğu kovanlardan kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin sana has kıldığı, şaşırmayacağın yaylım yollarına çık. Onların karnından çeşitli renklerde şerbet çıkar ki, onda insanlar için şifa bulunur.’ Düşünen bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır.” (Nahl Sûresi: 68-69)
Görülmektedir ki, balarısı, şifa dolu bir gıdayı, Rabbinin emri ve ilhamıyla insanların emrine takdim etmekteydi. Sebeplerin sultanı olan insanoğlunun bile yapmaktan aciz kaldığı, stresle birlikte pekçok hastalığa şifa olan böylesi mucizevî bir gıdayı, şuursuz bir arının yaptığını düşünmek, elbette âkıl kârı olmasa gerek. Zira bu büyük bir sanattı. Yoksa bal arısı, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde “Bal Yapma” sanatını mı tahsil etmişti!
Balarısıyla ilgili gerçeği Bediüzzaman Hazretleri, Lem’alar isimli eserinde şöyle açıklıyordu:
“Arı gibi küçük bir hayvan, Kitab-ı Mübînin mühim ve ince meseleleri olan nizam ve mizanı bilmez. Câmid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede; semâvat tabakalarını bir defter sayfası gibi açıp, kapayıp toplayan Zât-ı Zülcelâlin elindeki Kitab-ı Mübînin mühim, ince meselelerini okumak nerede? (…) Evet, Cevâd-ı Mutlak (celle celâluhu), her ferd-i zîhayatın eline lezzet midâdıyla ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş, onunla evâmir-i tekviniyenin programını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi etmiştir. Bak o Hakîm-i Zülcelâle, nasıl Kitab-ı Mübînin düsturlarından, arı vazifesine ait miktarını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazifeperver arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, programını okur, emri anlar, hareket eder, ‘Rabbin balarısına ilham etti’ (Nahl Sûresi, 16:68) âyetinin sırrını izhar eder.” (s. 129-30)
Evet bal gibi mucize bir gıdayı meydana getirmek için gerekli olan, çiçeklerin tanınmasından yön tayinine, peteklerin düzenlenmesinden arı taifesi içindeki muntazam işbölümüne kadar pek çok vazife, balarısına ilham edilmiş ve bu vazifelerin programı onun minicik vücuduna mükemmel bir şekilde yerleştirilmiştir.
Bütün bu fiillerde görülen ilim, kudret ve rahmet eserleri ise aynı anda, bütün yeryüzündeki sayısız arılarda birden aynı şekilde tecellî ederek muhteşem bir tevhid delilini gözlerimizin önüne sermektedir.
Evet, balı, stresin en büyük ilacı kılan Allah’a, sonsuz kereler hamdolsun!
Alıntı: http://muhabbetfedaileri.wordpress.com/
Aslında bal, sadece strest değil, pek çok hastalığın da ilacıydı. Balın insanlar için şifa oluşunu, arıyı ve onu yaratan Zât, asırlar öncesinde Kur’ân’da şöyle bildiriyordu:
“Rabbin bal arasına ilham etti: ‘Dağlardan, ağaçlardan, insanların kurduğu kovanlardan kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin sana has kıldığı, şaşırmayacağın yaylım yollarına çık. Onların karnından çeşitli renklerde şerbet çıkar ki, onda insanlar için şifa bulunur.’ Düşünen bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır.” (Nahl Sûresi: 68-69)
Görülmektedir ki, balarısı, şifa dolu bir gıdayı, Rabbinin emri ve ilhamıyla insanların emrine takdim etmekteydi. Sebeplerin sultanı olan insanoğlunun bile yapmaktan aciz kaldığı, stresle birlikte pekçok hastalığa şifa olan böylesi mucizevî bir gıdayı, şuursuz bir arının yaptığını düşünmek, elbette âkıl kârı olmasa gerek. Zira bu büyük bir sanattı. Yoksa bal arısı, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde “Bal Yapma” sanatını mı tahsil etmişti!
Balarısıyla ilgili gerçeği Bediüzzaman Hazretleri, Lem’alar isimli eserinde şöyle açıklıyordu:
“Arı gibi küçük bir hayvan, Kitab-ı Mübînin mühim ve ince meseleleri olan nizam ve mizanı bilmez. Câmid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede; semâvat tabakalarını bir defter sayfası gibi açıp, kapayıp toplayan Zât-ı Zülcelâlin elindeki Kitab-ı Mübînin mühim, ince meselelerini okumak nerede? (…) Evet, Cevâd-ı Mutlak (celle celâluhu), her ferd-i zîhayatın eline lezzet midâdıyla ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş, onunla evâmir-i tekviniyenin programını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi etmiştir. Bak o Hakîm-i Zülcelâle, nasıl Kitab-ı Mübînin düsturlarından, arı vazifesine ait miktarını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazifeperver arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, programını okur, emri anlar, hareket eder, ‘Rabbin balarısına ilham etti’ (Nahl Sûresi, 16:68) âyetinin sırrını izhar eder.” (s. 129-30)
Evet bal gibi mucize bir gıdayı meydana getirmek için gerekli olan, çiçeklerin tanınmasından yön tayinine, peteklerin düzenlenmesinden arı taifesi içindeki muntazam işbölümüne kadar pek çok vazife, balarısına ilham edilmiş ve bu vazifelerin programı onun minicik vücuduna mükemmel bir şekilde yerleştirilmiştir.
Bütün bu fiillerde görülen ilim, kudret ve rahmet eserleri ise aynı anda, bütün yeryüzündeki sayısız arılarda birden aynı şekilde tecellî ederek muhteşem bir tevhid delilini gözlerimizin önüne sermektedir.
Evet, balı, stresin en büyük ilacı kılan Allah’a, sonsuz kereler hamdolsun!
Alıntı: http://muhabbetfedaileri.wordpress.com/
OLGUN BAŞAK BAŞINI ÖNE EĞER
Peygamberimiz, 'iki günü eşit olan zarardadır.'buyurarak bizleri gelşmeye dünden daha iyi olmak için çaba göstermeye yöneltmektedir.Kişisel gelişim kitaplarının klasık bir deyimi vardır: ' Değişmeyen tek şey değişimdir.' Bu Sözü kişisel gelişimciler, sıklıkla çeşitli şekillerde tekrar ederler.Hz.Mevlana, 'Dün dünde kaldı cancağzım, bu gün yeni şeyler söylemek lazım.' Diyerek aynı hakikate parmak basar.
Arıcılık bloglarımda paylaşımlarda bulunurken, fecebook'taki grubumuzdaki paylaşımlaımızla aslında öğrendiğimiz ve öğrenmeye çalıştığımız bilgileri ihtiyacı olanların nazarına sunarak onlarında bu bilgilere ulaşmasını, eksikliklerini gidermesini arzulamaktayız.Böylece hem kendi gelişmemizi sağlıyor hem de bereberimizde ihtiyaç sahiplerininde mesafe kat etmesine yardım ediyoruz.
Ben bilgi üreten bir arıcı değilim.Böyle kapasitemde iddiamda yok.Ama ulaştığım bilgileri bazen kendi yorumumla bazende doğrudan ihtiyaç sahipleri için sanal zeminlerde paylaşıma sunmamız gördüğümüz, şahit olduğumuz faydalar gereğidir..
Yoksa burnu bulut çizen,kibirden heykel kesilen sözüm ona uzman arıcılara bir şeyler öğretmeye,onlarla rekabet etmeye yeltenişimiz filan yoktur.Buna gerekte duymam.Kişiliğim,ahlaki anlayışım ve terbiyerm buna müsait değildir.Ama bildiğim bana ait olmayan bilgileri , insanlara ulaştırırım. Bunun hiç bir iddiası olamaz.Allah rızasından başka maksadıda olamaz. Bu durum en azından benim için geçerlidir.
Arıcılık çöplüğünde horozlanarak,göndermelerde bulunanlar aslında kişiliklerini, insani zafiyetlerini sergileyerek acınası duruma düştüklerini fark etmeliler.Kendinden başka herkesi lanetli görmek hayra alamet değildir.Ayrıca formlarda acemice yorumlar yapan arcıları, sürçü lisan edenleri tefe koymak,yurdumun tertemiz ve iyi yürekli insanlarının bilgisizliklerini mizaha tahvil etmek, olgun bir kişiliğin değil,aslında oturmamış zavallı bir karakterin yansımasıdır.Bizim kültürümüzde düşenin elinden tutulur, ihtiyaç sahibinin ihtiyacı giderilir.Halini arzedene yada sürçi lisan edne gülünmez, onunla dalaga geçilmez. Bunun aksini yapanlar bozuk kişilik örneği sergilerler.
Rabbim ıslah etsin.İnşallah tez elden kendlerini düzelterek sevgi, ve şefkatle, hoş görüyle etraflarına bakarlarda sevgi dolu paylaşımcı, yardımlaşmacı bir dünya tesisinde katkıda bulunurlar.
Arıcılık bloglarımda paylaşımlarda bulunurken, fecebook'taki grubumuzdaki paylaşımlaımızla aslında öğrendiğimiz ve öğrenmeye çalıştığımız bilgileri ihtiyacı olanların nazarına sunarak onlarında bu bilgilere ulaşmasını, eksikliklerini gidermesini arzulamaktayız.Böylece hem kendi gelişmemizi sağlıyor hem de bereberimizde ihtiyaç sahiplerininde mesafe kat etmesine yardım ediyoruz.
Ben bilgi üreten bir arıcı değilim.Böyle kapasitemde iddiamda yok.Ama ulaştığım bilgileri bazen kendi yorumumla bazende doğrudan ihtiyaç sahipleri için sanal zeminlerde paylaşıma sunmamız gördüğümüz, şahit olduğumuz faydalar gereğidir..
Yoksa burnu bulut çizen,kibirden heykel kesilen sözüm ona uzman arıcılara bir şeyler öğretmeye,onlarla rekabet etmeye yeltenişimiz filan yoktur.Buna gerekte duymam.Kişiliğim,ahlaki anlayışım ve terbiyerm buna müsait değildir.Ama bildiğim bana ait olmayan bilgileri , insanlara ulaştırırım. Bunun hiç bir iddiası olamaz.Allah rızasından başka maksadıda olamaz. Bu durum en azından benim için geçerlidir.
Arıcılık çöplüğünde horozlanarak,göndermelerde bulunanlar aslında kişiliklerini, insani zafiyetlerini sergileyerek acınası duruma düştüklerini fark etmeliler.Kendinden başka herkesi lanetli görmek hayra alamet değildir.Ayrıca formlarda acemice yorumlar yapan arcıları, sürçü lisan edenleri tefe koymak,yurdumun tertemiz ve iyi yürekli insanlarının bilgisizliklerini mizaha tahvil etmek, olgun bir kişiliğin değil,aslında oturmamış zavallı bir karakterin yansımasıdır.Bizim kültürümüzde düşenin elinden tutulur, ihtiyaç sahibinin ihtiyacı giderilir.Halini arzedene yada sürçi lisan edne gülünmez, onunla dalaga geçilmez. Bunun aksini yapanlar bozuk kişilik örneği sergilerler.
Rabbim ıslah etsin.İnşallah tez elden kendlerini düzelterek sevgi, ve şefkatle, hoş görüyle etraflarına bakarlarda sevgi dolu paylaşımcı, yardımlaşmacı bir dünya tesisinde katkıda bulunurlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)